“Kimsin sen?”
“Kimim ki ben?”
“Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”
“Sen kimsin?”
“Asıl sen kimsin!”
Kim olduğumuz (kimliğimiz) kişiliğimizi oluşturan parçalarından biridir ve birine öfkelendiğimizde, sıklıkla ve aniden, sözel veya düşünsel saldırımızın hedefine dönüşür.
Peki biz neden kendimizi kişilik kavramı üzerinden savunuyor veya başkasına yine bu kavram üzerinden saldırıyor olabiliriz?
Ebeveynler ister yeterince iyi olsunlar ister çocuğu ihmal veya istismar etsinler, günün sonunda en büyük yatırımı (olumlu veya olumsuz) çocuğun kişiliğine yaparlar.
Ebeveynin çocuğun ileride sahip olacağı kişiliğin çekirdeğinin oluşumundan (0-6 yaş), ergenliğin sonuna dek süren bu çabası (olumlu veya olumsuz) hiç bitmeyecek gibidir; ta ki çocuk artık mizacını, karakterini, kimliğini, değerler sistemini ve bilişini tek bir şemsiye altında toparlayıp kendine ve başkalarına sunana kadar…
Bu sunumun adı “Kişilik”tir.
Birinin tutarsız davranışlarına sinirlendiğimizde ona “karaktersiz” diyebiliriz.
Birini mizacı (doğası) nedeniyle bazı konularda hoş görebilirken, başka birini etik değerlerinin (sahtekarlığı vb.) olmaması nedeniyle bir anda hayatımızdan çıkarabiliriz.
Birine bilişsel kapasitesinin azlığı nedeniyle daha fazla açıklama yapmaya mesai harcayabilirken, bilişsel kapasitesi yüksek birinin kendi kimliğine yüklediği anlama veya narsisistik tarafına katlanamayabiliriz.
Öte yandan birine “kişiliksiz” diyebilmek için tüm bu başlıklardan elde edeceğimiz daha çok veriye ihtiyaç duyarız.
Ergenliğe bakalım. Ergenim; dürtülerim, bitmeyen sahnede olma hissim (öz bakımın abartılı sunumu, herkes bana bakıyor vb.), özgüvenimin başarıya veya popülariteye bağlı olduğunu sanmam, sosyal normlarım, cinsel yönelimim, politik tarafımla tanışmam, romantik ilişkilerim, melankolik hallerim ve akran ilişkilerimin her şeyden daha önemli olması vb. birbiriyle ilgisi olan-olmayan bir sürü şey zihnimin içinde ritmi tutturamadan halay çekiyor.
E hani halim selim, akıllı uslu bir çocuk olarak bilinirdim; peki ne oldu bana, ne ara karşımdakine racon keser hale geldim de bana hesap sorulduğunda veya kendimi savunmam gerektiğine dair aldığım en ufak bir mesajda, karşımdakine ilk olarak “Kimsin sen?” veya “Sen kimsin ki? diye sorar oldum?
İşte tam da buralarda, ergenliğin içinden geçerken, bir şeyler oluyor… Kendime bakıyorum; ben gibi, pek de değil gibi… Ben benim de kendilik algımda bir tuhaflık var. Daha önce yaşamışım gibi, bazen ilk defa yaşıyormuşum gibi tekinsiz. Ergenlikte her ne yaşıyorsak esasında şiddeti (dürtüsel, deneyimsel veya duygulanımsal) açısından çok benzer bir simülasyonundan 3-6 yaş arası dönemde zaten geçmiş oluyoruz. 3-5/6 yaş arası dönemde duygulanımsal, dürtüsel ve davranışsal anlamda içsel olarak geçtiğimiz yollar ve büyüdüğümüz evdekilerle ilişkilenme şeklimiz, bizim ergenlikte neyi nasıl yaşayacağımızı da belirliyor.
Daimi ve süreğen bir organizasyon olan Kişilik, temelde 5 bileşen aracılığıyla örgütlenir: Mizaç, Karakter, Kimlik, Etik Değerler ve Biliş/Zeka.
Mizaç: Doğumla birlikte gelen ve genetik olarak belirlenmiş davranışsal olarak tepki verebilme kapasitemizdir (duygular ve bilişsel fonksiyonlar vb.). Bu kapasite doğumdan itibaren tanınabilir ve bebeklerdeki farklılıklar bile kolaylıkla gözlemlenebilir. Mizaç insan kişiliğinin kendini gösterdiği ilk hallerdir ve dört motivasyonel sistemi içerir: İştahlıdır (Sağ kalmak ve devamlılık için beslenme, cinsellik, sindirim), savunmacıdır (Tehlikeden kaçışı sağlar.), agresiftir (Tehlikeye ne zaman kaşı koyayım, ne zaman kaçayıma karar verir.) ve şefkatlidir (Henüz bebekken bize, yetişkin olduğumuzda neyin korunması gerektiğini ve onu korurken ne yapmamız gerektiğini gösteren sistemdir. Örneğin bebeğimizi büyütürkenki motivasyonumuz gibi.) Mizacımız bu ihtiyaç ve duygulanımlar aracılığıyla ifade edilir ve bilişsel fonksiyonlarımız tarafından da kontrol edilir.
Karakter: Karakterimiz çevreyle olan etkileşimimizle birlikte oluşur ve doğar. Bir ötekiyle etkileşime geçmeye başladığımız andan itibaren bize özgü bir takım davranış özellikleri geliştirmeye başlarız. Bütün öğrenilmiş davranışlarımız çevreyle dinamik bir şekilde bütünleştiğinde, bizi diğer insanlardan ayıran davranışlarımız açığa çıkar. Karakter, biri hakkında alışılagelen davranışın ne olduğunun diğerleri tarafından bilinmesidir: “O şöyle biridir.” diyebilmektir.
Kimlik: Öznel bir yapıdır ve sonradan geliştirdiğimiz bir kişilik özelliğidir. Kimlik aslında kendimize dair geliştirdiğimiz bütünleşmiş bir bakış açısıdır.Başkalarıyla içinde yer aldığımız bağlamda (aile ve toplumdaki konumum) girdiğimiz etkileşimleri deneyim olarak kazanır, sonra da bu deneyimleri duygulanımsal bellek olarak içselleştiririz.
Aslında bu deneyimlerin hatrı sayılır bir kısmı da bizim kendimize dair fikrimiz ve imgemizdir. “Kendim hakkımda bildiğim her şeyi, başkalarından öğrendim.” klişe bir cümle olsa da kimlik kavramını anlatan en basit cümledir. Dolayısıyla kimlik, hem kendimizi hem de sevdiklerimizi içeren, içimizdeki bütünleşik bir kavramdır.
Normal kimlik, kişinin kendisi ve başkalarıyla iyi ayrıştırılmış deneyimlerinde kendini gösterir. Kişinin başkalarıyla yaşadığı bu deneyimler belirgin bir derinlik (süreklilik, bağ, uyum ve takdir) barındırır.
Not: Karakter ve kimliğin farkını özetlersek, kimlik öğrendiğimiz şeylerin öznel (bireysel) olarak ortaya çıkmasıyken; karakter ise işin davranışsal boyutunu anlatmaktadır. Karakter bizim kimliğimizin yürürlüğe girmesi, kimliğin davranışsal olarak uygulanması halidir.
Etik Değerler: Başkalarıyla ilişkimizi düzenleyen ilkelerimiz bizim etik değerlerimizdir ve etik değerlerimiz devreye girdiğinde karşımızdaki kişiyi tanıyıp tanımamamızın bir önemi yoktur. Örneğin gerçekten ve içsel olarak dürüst biriysek hem tanıdıklarımıza hem de tanımadıklarımıza karşı dürüst davranırız. Dolayısıyla etik değerlerimiz, tanımadığımız herkesi ve tüm dünyayla ilişkilerimizi düzenleyen bir sistemdir.
Biliş-Zeka: Kendi başına bilişsel kapasitemizdir. Çevreyi anlamak için kullandığımız somut deneyimleri soyut anlama çevirebilen çevreyi ve içimizde olup bitenleri anlamamızı sağlayan kararlı bir şekilde hareketlerimizi organize etmemizi sağlayan bileşendir. Bilişsel kapasitemiz ile duygulanımımızın netleştirilmesi arasında bir ilişki vardır. Biliş gerçekçi sınırlar çizer ve sapmaları engeller. Normal koşullarda, “başkaları ne hissediyor, ben ne hissediyorum”u belirler. Biliş, dürtüselliği organize eder.
Özetle kişilik, bireyin toplam psikolojik yapısını ve bu yapının işlevini tanımlayan bir şemsiye kavramdır. Bu nedenle, kişilik tek başına şudur, diyemeyiz; çünkü tek bir şeyi temsil etmez.
Kişinin etrafında olup biteni nasıl algıladığı ve bunlara nasıl tepkiler verdiği, kendisini dünyaya (çevresindekilere) nasıl sunduğunu farklı açılardan gösteren, daimi bir organizasyondur. Bu organizasyonun tüm bileşenleri bizi biz yapan şeye hizmet için çalışırlar.
Kimse kişiliksiz değil ama bazı kişilerde kişiliğin birbiriyle uyum içerisinde işlemesi gereken parçaları tam olarak entegre şekilde çalışamayabilir; bölük, kopuk ya da tutarsız işleyebilir.
Kişiliğin parçalarındaki işleyişte, sorunlara işaret eden belirtilerin şiddeti, uç boyutlarda seyrediyorsa orada bir kişilik bozukluğu olabileceğinden bahsediyoruz ve psikoterapide izleyeceğimiz yolu da buna göre aydınlatıyoruz.
Not: Kişilik kavramı, Prof Dr. Otto Kernberg’in Kişilik Örgütlenmesine bakış açısını kategorize ederken kullandığı Kişilik tanımı üzerinden anlatılmaya çabalanmıştır.


